Hepimiz bir yere bir sonuca ulaşmak adına çalışıp durduk / çalışıp duruyoruz. Azımız geldiği yerden memnun çoğumuz değil ama neredeyse hepimiz çok daha iyisini hak ettiğimize inanıyoruz. Lakin günün sonunda herkes \’geldiği\’ o yeri/noktayı tartışırken, gideceği kesin olan yeri/noktayı unutuyor.
İş dünyası, dünyanın genelinde olduğu üzere adil bir oyun alanı değil. Dünyada ne siyaset, ne spor, ne medya, ne de -çok ironik olmasına rağmen- hukuk aslında adil değil ve hiç olmadı. Hiç bir şeyin adil olmadığı son derece açık olan bir dünyada layık olmak peşinden koşmak bu anlamada biraz delilik. Olsun, deliler iyidir!
Birinin bir yere, bir pozisyona layık olduğunu yine birileri belirlediği için liyakat açısından da kesin bir adalet hükmünden söz etmek mümkün değil elbette ancak ben, liyakat için farklı ve çok da subjektif olmaması gereken bir kavram öneriyorum: Ahlak.
Çünkü işin sonunda her insanın kendi özünde ve vicdanında kendisi tarafından yargılanacağı bir günün ya da gecenin varlığına inanıyorum. O yüzden, birilerinin bir yere layık olup olmadığını ölçecek ya da söyleyecek herkesin, öncelikle ahlaklı olması gerekliliğini ön şart koyuyorum. Bunun sonucunda bir yere gelebilen her kim olursa olsun kendini de liyakat açısından ölçebilir ve dünya daha adil bir yer olabilir.
Unutulmaması gereken şey: En sonunda gidilecek yer kesinlikle bellidir ve oraya giderken \’huzurlu\’ olmak için öncelikle bu dünyada bulunduğun her bir yere layık olmak gerektir.
Ahlak lütfen!