On yıldan uzun süredir esprileri, parodileri yapılan hatta sinema filmlerine konu olan \’dil\’ konusu artık açık ve hayasız bir katliama dönüştü. Ülkede, Türkçe konuşmayı becerebilen, bir cümleyi katışıksız ve eksiksiz Türkçe kurabilen bir \’beyaz yakalı\’ ya rastlamak; çölde su bulmak gibi hissettiriyor.
İş dünyası, İngilizce zorlamalı yarı Türkçe ıstırap cümleleri ile iletişim kurma gayretinden bitap düşmüş durumda. Sanırsınız ki bu insanlar evde anneleri ile de bu cümleleri kullanarak konuşuyorlar! Hayal etsenize sahneyi 🙂
Bu durum tıpkı Osmanlı Devleti\’nin (Halk, tek bir gün bile bu dilleri konuşmamıştır.) önce Farsça sonra Arapça ve sonlara doğru da Fransızca sözcük devşirmelerini anımsatıyor. Fark, bu kez özenilen dilin İngilizce olması.
En son şöyle bir cümle duydum: Şirketimizin commercial\’ı olarak bakmak yerine bunu bir indirect marketing tool olarak assume edebiliriz!
Derdimiz iletişim kurmamak bizim! Gerçekten. Birbirimizi Türkçe bile anlayamadığımızı, vermeye gayret ettiğim kurumsal eğitimlerden biliyorum. Ana dilimizde anlaşamıyorken İngilizce sözcüklerin tecavüzü altındaki garip cümleler ile nasıl anlaşmayı bekliyoruz? Bir de bunu, günün gereği ya da çağın getirdiği bir zorunluluk olarak gören sözde \’beyin\’ ler var!
Hatırlatması benden olsun: Osmanlı\’nın yıkılışı \’dil\’ ile başlar. Çünkü dil kültürdür, dil bilimdir, dil yaşamdır. Önce Fars, sonra Arap sonra Fransız etkisi koca bir İmparatorluğu yok etmiştir. Bu nedenle basit bir önerim var: Kendi ülkemizde, kendi vatandaşımız olan iş çevremiz ile Türkçe konuşalım. İnanın çok kolay. Hemen hemen hepimiz ortalama 1 yaşımızdan beri bu dili konuşabiliyoruz!
Bize yüzyıllardır; anlayamayalım diye; dilimizi kullanamadığımız bir din sunuyorlar ve sonuçları ortada. Yakında, dilini bile çözemeyeceğimiz nur topu gibi bir işimiz olacak.