Fener – Balat – Karaköy

Bir pazar sabahı Kadıköy iskelesinden vapur ile Eminönü’ne geçip; Haliç’i sağımıza alarak yürümeye başladık Balat yönüne. Bu kadim İstanbul semtine uğramayı nicedir dilerdik de denk gelmezdi bir türlü. Kiliseleri, evleri, sokakları ile bambaşka bir dünya, sanki geçmişte donmuş bir kare hissi veren bu semtin hemen girişinde; sahil yolunun sol tarafında nev-i kahve isimli hoş Osmanlı kahvesinin terasında içtik sabah kahvelerini. Mekan çok çok eski lakin turistik olmuş zamanla .İki kahve ve iki su için 16 TL Bağdat Caddesi fiyatı ödüyorsunuz zira. Yine de görülmesi gereken bir yapı. Eski bir Osmanlı karakolu iken şimdilerde sırtını 1600 yıllık surlara dayamış gibi denizi seyrediyor. Hele terasından surlara doğru baktığınızda, bir tek Türkiye’de rastlanacak bir şey görüyorsunuz. 1600 yıllık tarihi surların içinden ‘evler’ geçiyor. Şaka gibi!

Eminönü’nden Nev-i kahveye hafif terleten yürüyüşü, Türk kahveleri ile soluklandırdıktan sonra giriyoruz Balat’a.

Bu arada, Nev-i kahve’ye ulaşmadan önce surlardaki Cibali kapıyı (Cebe Ali kapısı) ve Cibali Karakolu’nu da ziyaret edebilirsiniz, bizim ilgimizi çekmediği için pas geçtik.

Sadık Ahmet Caddesi’ne sola doğru ayrılıyoruz Sahil yolundan. Solumuzda yüksek duvarlar ardında ünlü Fener Rum patrikhanesi. Bir Katolik kilisesine hatta tam karşılığı katedraline oranla son derece sade bir yapı. Ücretsiz olarak girip gezebilirsiniz. İçeride dua eden tek tük Ortodoks insan. Kimi turist kimi vatandaş. Huzurlu bir mekan, orası kesin.

Patrikhane’den çıkıp sola döndüğünüzde yavaş yavaş turistik bir sokak kültürü oluşmaya başlamış. Antika hediye dükkanları, Rum meyhaneleri ve küçük kafeler. Adını Bayezid Han’dan alan Yıldırım Sokakta, Balat evlerinin renkli görüntüsünde yürümeye devam ediyoruz. Az sonra ulaştığımız küçük bir meydanda, başımızı sola çevirdiğimizde; oldukça dik bir yokuş ve yokuşun üzerine ünlü Fener Rum Lisesi (Kırmızı Mektep) karşılıyor bizi. Hiçbir mimari üsluba bağlı kalınmadan yapılan bu müthiş bina ‘ihtişam’ kelimesini tanımlıyor.

Yokuştan geri inip sola devam ederseniz; Fındık kabuğunda yapılmış köfte yiyebilir ya da meşhur Agora Meyhanesini görebilirsiniz.

Vodina Caddesi ve Yıldırım Sokağı neredeyse sonuna dek yürüdükten sonra, tekrar Yıldırım Sokağın Patrikhane tarafına yürüyüp, Sokakta gördüğümüz çok keyifli bir kafenin masasına oturuyoruz. Adı : Naftalin Kafe.

Elle yazılmış bir menü getiriyorlar;

Hatay biberli ekmek ve yine Hatay karışık dolma siparişi verdik.  İnanılmaz iki tabak geldi. Lezzet patlaması bu olsa gerek ki bitmesin istedik. Yemeğin üzerine; ev yapımı bir çikolatalı kek ve iki çay ile yemeğimiz tamamladık. Son zamanlarda yediğim en güzel yemeklerden biri idi. İki kişi 44 TL hesap ödedik ki, çok daha fazlasına değerdi. Yemeklerde et yok, sadece vejetaryen lezzet üretiyorlar. Bu hali ile de İstanbul’da layığı ile yapılmayan vejetaryen işine ciddi alternatifler bence. Özetle müthişti.

Yaklaşık yarım gün süren Fener – Balat rotasından sonra, hemen paraleldeki Sahil yolundan otobüsle toplam 4-5 dakikada Karaköy’e geçtik. Kısacık olmasına karşın yine çok keyifliydi Karaköy sahili. Sahil keyfinin ardından; raylı sistemle bir durak uzakta olan Tophane’ye ulaştık. Amacımız gelmişken Tophane-i Amire’yi de gezip İstiklal’e çıkmak idi.

Ancak sadece Pazartesi günleri kapalı olması gereken bu tarihi mekan, keyfe keder tam da Türk usulü Pazar günü de kapalı idi. Biz alışkınız ama turistler için ne kadar nahoş bir durum varın siz düşünün.

Tophane-i Amire’ye geçmeden önce Karaköy sokaklarında dolaşarak kimi tarihi binaların keyfini çıkarttık.

Sonra; Çukurcuma yokuşu yolu ile, Cezayir sokağından da geçerek kendimizi İstiklal Caddesinin Galatasaray mevkiindeki insan denizin içine attık. İstiklal Caddesi’nde 365 gün boyunca değişmeyen bu kalabalık beni her zaman şaşırtmıştır. Gerçekten insandan oluşan bir akarsu.

İstiklal’den tünele doğru yürürken; eski yerinden;  bir binanın 4.katına taşınmış ünlü kitapçı Robinson Crusoe’ye uğradık ve kitap kokuları arasında olmanın tadını çıkarttık. Sonra, günü yorgunluğu atmak adına, tünelde birer dondurma ödülü ve takiben tünel yardımı ile Karaköy iskelesi.

Toplam 8 saat ve 12 Km yürüyüşten sonra, iki kişi yaklaşık 80 TL harcayarak; tarihi bir Pazar keyfi yaptık ve ‘Memlekete’ döndük.

Farklı bir gün geçirmek istiyor ve yürümekten keyif alıyorsanız bir tatil günü, öneriyorum.

26 Ağustos, 2015 – İstanbul

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir